25 Eylül 2011 Pazar

hırsızın günlüğü / j genat

Bu suçlulardan biri,eski boksör Ledoux polislere gülümsiyerek :**Ben suçlarımı işlemeden önce onlardan pişman olabilirim **diye yanıt verdi. cezada onlara eşlik etmek istiyorum,ne olursa olsun,aşklarımı tam tanıma yaşamak için.
Bu günlükte beni hırsızlığa iten öteki nedenleri gizlemek istemiyorum; bu nedenlerin en basiti karnımı doyurma zorunluluğu idi;ama seçimime hiç bir zaman başkaldırma,acı,öfke ya da herhangi benzer bir duygu eşlik etmedi.Tam tersine,serüvenimi çılgınca bir özlemle ''kıskanç bir özenle''sevişmek için bir yatak,bir oda hazırlar gibi hazırladım;Suç işlemek için kalktı kamışım.

Şairin Romanı-2

İnanışlar,işin doğasına hizmet eden kutlu oyunlar olarak kaldığında anlam taşırlar,kör inançlara tapınılan doğrulara dönüştüklerinde değil!!Şiirin kanı mürekkep değildir.Çünkü iyi şiir her türlü mürekkeple yazılabilir.Mürekkep yalnızca elimizin altındaki doğrulardır.

19 Ağustos 2011 Cuma

Şairin romanı

...Sabahları herkezden önce kalkmayı çok seviyor.Bunu hep sevdi;herkezin uykuda olduğu sabahın erken saatlerinde kalkmayı bir alışkanlık bir tutum haline getirmeyi ustası öğretmişti ona.''Şairlerin ortalığa hakim olacağı saatler herkezin uykuda olduğu saatlerdir,'' derdi.''geceyarısından sonradır ve sabahın ilk saatleridir.Herkezin uykuda olduğu saatleri kullanır şairler.Çünkü zaman hırsızıdır..Başkalrının zamanı çalarlar.Yeryüzünün saklı zamanlarını,uykulu zamanlarını kullanırlar.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Hala BALKON dayız....

KIZ:Dikkat kesilmiş ölüm.Bir parmağı dudaklarında,sessiz olmaya çağıran odur.Son bir iyilik nuru ortalığı aydınlatır.Ama benim varlığımın sen bile farkında değilsindir arık...
..............
Kelleler uçuyordu her şarapnel patlamasıyla.Ölümün işi başından aşkındı.Birinden ötekine koşuyordu çevik adımlarla,burda bir yara açıyor,şurda bir gözü söndürüyor,orda bir kol koparıyor,bir damarı yarıyor,bir yüzü kavuruyor har haykırışı,her her şarkıyı susturayım derken güçten düşüyordu giderek.Sonunda tükendi,Yorgunluktan ölmek üzere senin omuzlarına yaslandı usulca,uyuyakaldı oracıkta.

BALKON 'JEAN GENET'

CELLAT: Bineyim mi tepesine yargıç bey? Bineyim mi tepesine?
YARGIÇ,Cellat'a sokularak:Yaa,zevk alabilmen bana bağlı.Dayak atmaya bayılıyorsun değil mi?Sana hak veriyorum cellat.Harekete geçmesi ağzımdan çıkacak tek söze bağlı muhteşem et parçası,kas yığını!(Kendi yansımasını görür gibi bakar Cellat a)Benliğimi yücelten ayna!Dokunabildiğim tek görüntü,seviyorum seni.Onun sırtında ateşten yarıklar açmaya ne benim gücüm yeter ne ustalığım.Hoş bane ne gerek onca güç,onca üstelik?(Cellat a dokunur.)Sen varsın ya;omuzlarımın taşıyamıyacağı kadar ağır,yanım sıra kendi başına yüreyen muhteşem kolum,sen varsın!Koca kas kütlesi kolum,sensiz ben bir hiç olurdum...(Hırsız Kadın a)Sensiz de yavrum.Tamamlıyıcı parçalarımsınız ikiniz,eksiksiz.Ah ne güzelim bir üçlü bizimkisi.Ama senin hem ona hem bana göre bir ayrıcalığın var;önceliğin verdiği bir ayrıcalık.Benim yargıç olarak varoluşum senin olarak varoluşunun bir uzantısı.Sakın ola aklından geçireyim deme!..Ama sen ne olduğunu,kim olduğunu yani,yadsıyacak olsan,benim varoluşum da sona ere o anda...yiter yok olurum.Ölürüm.Bir hiç olurum.Demek ki neymiş?İyiliğin kaynağı..Eee? İnkar etmiyeceksin değil mi?Hırsızın teki olduğunu inkara kalkışmıyacaksın heralde?Büyük bir kötülük işlemiş olursun yoksa.Kötülükden öte cinayet!Varoluşumu elimden almak olur bu!(Yalvarak.)Yavrum,sevgilim, inkar etmiyeceksin değil mi?
HIRSIZ KADIN;cilveli;Bilmemm

24 Temmuz 2011 Pazar

Bezgin ve çocuk..




Diğer gün doğumları dan bir bir farkı yok gibiydi Bezgin için; sabah düşlerinin arasına ayracını koymuş sırt çantasındaki nevalesinin yeterli olduğunu kanaat getirdik den sonra yola koyulmuştu.Artık yola koyulabilir güneşin her zamanki sıradanlığını içine çekebilirdi.Yürüdü ,yürüdü ta ki bir asma bahçesine varıncaya kadar;severdi asma bahçelerini Bezgin zira yaratıldığı çamurun bu topraklar dan alındığına dair bir inancı vardı, en güzel düşlerini her zaman böyle yerlerde kurardı bezgin. Tam o sırada karşısına çıkan bir çocuk hayatını kabusa çevirdi Bezginin.Çocuk Bezginin bir ermiş olduğunu düşünse de yolculuklarının gidişatını kendi belirlemesi gerektiğine emindi.Kibirli velet kendini Bezginin kılavuzu ilan etti.Bir yol ayrımına geldiklerinde ağaçları sayıyor,gökyüzüne bakıp toprağı kokluyor Bezginin demleneceği yeri seçiyor ve sürekli vurguluyordu;''Her işaret bir ipucu ancak doğru yorumlanabilirse aradığımız gerçeği bulabiliriz.Senin gibi bir ermişin yanında olmaktan gurur duyuyorum.''Devamlı konuşuyordu işe yaramaz doğrularıyla Bezgini çileden çıkarıp pişman ediyordu.Ne papara,ne dayak uslandırır bu çocuğu;bırak ayakların yüklensin bütün çileyi,ne kelam işimize yarar çocuk ne de anlam..
Çok şefkatli olmasına rağmen demlerini atarken düşündü Bezgin gecenin bir vakti.Çocukta eksik olan baş dönmesiydi anlam verme hastalığına yakalanmıştı.Kendilerini dışında bulacak bir şeyleri olduğuna inananlardandı velet.Eksik olan baş dönmesiyse zulasındaki nevaleler ilacıydı çocukcağızın.Velet ağzını açtıkca dayadı şarabı çocuğa.Günler böyle giderken çocuk konuşmaz oldu kafası kıyak yürüyüşün ritmine kapılmıştı.Bütün nevaleyi hasta çocuğa içirirken Bezgin ne yapacağını şaşırmaya başladı.Şöyle bir bakınca anlayıverdi;ne bir miras vardı burada ne de bir tılsım,ne kesinlik vardı ne de bir amaç ;ne bir fikri vardı,ne de fikir verebilecek bir sistem.Ah zavallı,kadersiz Bezgin;sonunda kendisi anlam çıkarma hastalığına kapılmıştı.Çocuk ayakları yerden kesilmiş havada süzülürken koca Bezgin ayaklarını dahi taşıyamıyan bir velede dönüştü.

19 Temmuz 2011 Salı

situation

okul çıkışı herkes bir arabaya ya da servise binip evinin yolunu tuttuktan çok sonra beni alması gereken kişi hala görünmüyor.
ben de yere çizdiğim oyunla ve sokak kedileriyle bir süre oyalandıktan sonra kaldırıma oturmuş elimdeki bira şişesi kapağıyla toprağı eşeliyorum.
her yaklaşan araba sesiyle -beni alacak olan araba olmadığını bile bile - ümitleniyorum.
gerçeği görünce yine önüme bakarak kapakla az önce eştiğim çukuru kapatıyorum -derinleştirdğim de oluyor-

f.ö.ö

ÜÇLÜ


-Kendinize acı çektireceksiniz,diye ısrar ediyor Lisa. Asla normal bir hayatınız olmıyacak.
-Normal nedir ki? diye soruyor Anna sabırsızlıkla.Bunun cevabını sen biliyormusun?
-Hayır tamam bilmiyorum.Yinede bilinmeze atılıyorsunuz.
-Bilinmeze atılmak yaşamakdır diyor Anna.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

N.A.Nekrasov un bir şiirinden



yanlış yolun karanlığından
inandırıp coşkulu sözlerimle
kurtardığım zaman düşmüş ruhunu
seni kuşatan kötülüğü
büyük bir acı duyarak lanetledin içinde.,
Vicdanının unutuşunu
cezalandırmak için anılarında,benden önce olanların öyküsünü
Bir bir anlatırken birdenbire yüzünü ellerinde kapadın.
Ruhunda isyan başladı.
Utançla ve dehşetle sarsılarak
Göz yaşlarına boğuldun
YERALTINDAN NOTLAR

12 Temmuz 2011 Salı

MADDE22- Joseph Heller




Deli olan birisini görevden alamaz mısın?
- Tabiî ki. Almam lazım. Deli birini görevden almam gerektiğini söyleyen bir kural var.
- O zaman neden beni görevden almıyorsun? Ben deliyim. Clevinger’e sor!
- Clevinger? Clevinger nerede? Clevinger’i bul sorayım.
- O zaman herhangi başka birine sor. Sana ne kadar deli olduğumu söyleyeceklerdir.
- Onlar deli.
- O zaman neden onları görevden almıyorsun?
- Neden benden onları görevden almamı istemiyorlar?
- Çünkü onlar deli de ondan.
- Tabiî ki deliler. Sana onların deli olduğunu biraz önce söyledim öyle değil mi? Ve deli insanların senin deli olup olmadığına karar vermesine izin veremezsin, değil mi?
- Orr deli mi?
- Kesinlikle.
- Onu görevden alamaz mısın?
- Tabiî ki alırım. Fakat önce benden bunu istemesi lazım. Bu kuralın bir parçası.
- Peki neden sormuyor?
- Çünkü deli. Onca tehlikeli uçuştan sonra muharebe uçuşu yaptığına göre deli olmalı. Tabiî ki onu görevden alabilirim. Ama önce bunu benden istemesi lazım.
- Görevden alınmak için yapması gereken tek şey bu mu?
- Bu. Yeter ki istesin.
- Ve o zaman onu görevden alacak mısın?
- Hayır. O zaman onu görevden alamam.
- Bu kuralda bir bityeniği olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?
- Elbette. Madde-22. Çarpışma görevinden kaçmak isteyen biri gerçekten deli değildir.

TANRI VAR MIDIR?


Adamın biri, Tanrı var mıdır diye Bay K.'ya sorar.Bay K. şöyle der: »Bu soruna vereceğim yanıtın senin davranışını değiştirip değiştirmeyeceğini düşünmeni isterim. Değiştirmeyecekse, soruyu sormamış kabul edebiliriz. Yok değiştirecekse, o zaman, zaten karar vermiş olduğunu söyleyerek sana en azından yardımcı olabilirim: Senin bir Tanrıya ihtiyacın var.
Bertolt Brecht

Cep / Asaf Halet Çelebi




seni rüyalarımda buldum
ve çok beğendiğim için
oradan çıkmak istemedim
şimdi derinlikte
ve genişlikteyiz
ve bizzat
rüya
ben'im

kendi kendimi görüyorum
ve kendi içimde seyretmekteyim
bir cebim var ki
karanlıktır
oradan oyuncak güneşler
bahçeler
ve denizler çıkar
ve bıkınca onları başka bir cebime atarım

en güzel oyuncağım sen
bahçelerimin beni eğlendirmediği zaman
gel
ve beni avut

faust ' GOETHE '


yabancı olandan hep kaçamassın
iyi şeyler çoğu zaman uzağımızdadır.
gerçek bir alman,fransızı sevmese de
şaraplarını zevkle içer.

ah,güzelim!
inan ki,akıllılık dedikleri,çoğu zaman,önünü göremeyen bir kendini beğenmişlikdir.

(s)Açma(z)



‎(s)Açma(z)
Deniz kızına aşıktı sudan korkan adam
deniz kızı da ona
ne bir havuz
bulabildiler sevişecek
ne de yüzmeyi öğreten oldu adama

f.ö.ÖNER

EN SEVİLEN OYUN- LEONARD COHEN


Breavman ve Shell göl kıyısındaydılar.Akşam sisi karşı kıyıya kum tepecikleri gibi çökmekyeydi.O gün öğleden sonra topladıkları çalı çırpıyla yaktıkları ateşin yanında çift kişlik uyku tulumunun içinde yatıyorlardı.Breavman her şeyi anlatmak istedi ona.
' Hala yapıyorum'
'Ben de ' dedi kız
'Rousseu nun yaşamının son günlerine kadar bunu yapdığını okumuşdum.Herhalde belli bir yaratıcılığa sahip kişiler böyle.Gün boyu düş gücünü zapt etmeye çabalar evdedir işte.Hiçbir gerçek kadın teni ona kendi yaratımlarının verdiği zevki veremez.Shell,söylediklerim seni korkutmasın.
Ama bu bizi tamamen ayırmıyormu?
Sımsıkı el ele tutuşup gökyüzünün karanlık yerlerindeki yıldızları izlediler.Ayın parladığı yerlerde kayboluyorlardı.Shell Breavman a onu sevdiğini söyledi.
Bir dalgıç kuşu gölün ortasında aklını yitirdi.
...
'seçenek ne peki? Konuya kapılmaya başlamışsım.

Yasaklanmıyanı heycanlı kılmak.Aşık,kasınını tümüyle tanımalı.Her hareketine,yürüdüğü zaman kalçalarını sallayışına,göğsünü her şişirdiğinde meydana gelen küçük depremlere,oturduğu zaman uyluklarının kızgın lav misali yayılmasına aşina olmalı.Orgazmdan hemen önce karnının kasılmasını,sarı siyah tüy bahçelerini,burnundaki gözeneklerin izlediği yolu,gözlerindeki damarları ezberlemeli.Öyle tanımalı ki kadın,kendi yaratımına dönüşmeli.Uzuvlarının şeklinin kalıbını söken,kokusunu damıtan olmalı.Cinsel halin yegane başarılı hali budur:Yaratanın yarattığına duyduğu aşk.Diğer bir deyişe ,yaratının kendine aşkı.Aşkın böylesi asla değişmez
....
Saat sabahın üçüydü ve Breavman herkesin uyumasından memnundu.Sıra sıra kamçılar ve gözetmenler,böylesi daha düzenliydi.Karşılaşacak egolar,yorumlanacak yüzler,içine girilecek dünyalar;uyanık olduklarında pek çok ihtimal devreye giriyordu.Çeşitllilik kafa karıştırıcıydı.Bir insanla karşılaşmak yeterince zordu.Topluluk bireysel aşkın başarısızlığına mazeretti.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Gabriel Garcia Marquez in veda mektubu..



Yazarın Veda Mektubu...

''Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can
vererek beni
ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile
getiremeyebilirdim, ama en
azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve
düşünürdüm.
Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim.
Az uyur, çok
rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca
ışığı
yitirdiğimi düşünürdüm.

İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman
yürümeye devam
ederdim. Başkaları uyurken uyanık
kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı
dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü
güneşe çevirir,
sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.

Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır
ve günesin
göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca
Van Gogh
resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar
söylerdim.
Gözyaşlarıyla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını
hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.

Tanrım bir yudumluk yasamım olsaydı...
Gün geçmesin ki, karsılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi
söylemeyeyim.
Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları
konusunda birer
birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yasardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar
yanlış
olduğunu anlatırdım. Çünkü insa n aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına
öğrenmelerine
olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil
unutma ile
geldiğini öğretirdim.

Ey insanlar!
Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim.
Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu
bilmeden,
dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan
küçük bir
bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine
sonsuza dek
kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey
öğrendim. Ama
bu öğrendiklerim pek ise yaramayacak. Çünkü hepsini bir
çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde...

Artık ölebilir miyim?.. ''

Amak-ı Hayal ( Filibeli Ahmet Hilmi Efendi)


"Tuhaf! Varla yok hiç bir olur mu? Örneğin ben şimdi varım, yarın yok olacağım. Bu ikisi arasında fark yok mu?" dedim.

Deli, başını çevirdi. Kahkahayı bastı:

"Vay! Sen varsın ha?! Acaba var mısın?

AYLAK ADAM ( YUSUF ATILGAN)




Biliyorum sizi.Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz.Büyüklerden korkarsınız.Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz.Sizi bekleyenler vardır.Rahatsınız Hem ne kolay rahatlıyorsunuz.içinizde boşluklar yok.Neden ben sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen ? Bir ben miyim yalnız?

Stephen F. Roberts

Bence temelde ikimiz de dinsiziz. Sadece ben, senden bir tane fazla dini daha reddediyorum.
Sen diğer tüm olası dinleri neden reddettiğini anladığın zaman, benim de neden senin dinini reddettiğimi anlarsın.

boris vian - kırmızı ot

"arzularınıza hep direnebildiniz, hala direniyorsunuz. bu yüzden hayal kırıklı...ğına uğramış olarak öleceksiniz."

Foucault Sarkacı - Umberto Eco






Güneş iyidir, çünkü bedenimize yaralıdır; akıllı olduğu için her sabah
yeniden çıkar. Demek ki , geri dönen her şey iyidir; geçip giden bir
daha da görünmeyen şey iyi değildir. İnsanın geçtiği yere,aynı yoldan
iki kez geçmeksizin geri dönmesinin en kolay yolu bir daire çizerek
yürümektir.Halka biçiminde kıvrılabilen biricik hayvan yılandır,yılanla
ilgili birçok tapımlarla söylencelerin varlık nedeni de budur; çünkü
güneşin geri dönüşünü göstermek için, bir suaygırını halka biçiminde
kıvıramazsın.Öte yandan, güneşi çağırmak için bir tören yapmak
gerekirse,en iyisi bir daire çizerek devinmektir;çünkü düz bir çizgi
üstünde yürürsen evinden uzaklaşırsın,bu yüzden de törenin çok kısa
kesilmesi gerekir.Bir kuttören için uygun biçim dairedir;panayırda ateş
yutan hokkabazlar da bilirler bunu,çünkü daire biçiminde
sıralanınca,herkes ortada kimin durduğunu görebilir; oysa bütün bir
kabile bir manga asker gibi düz bir çizgi üstünde sıralanırsa uzakta
kalanlar onu göremezler;işte bu nedenle, daire,dönemsel devinim,dairesel
dönüş,her tapımda kuttörenin temel öğelerini oluşturur.

7 Temmuz 2011 Perşembe

YERALTINDAN NOTLAR


Belki de insan yalnızca refahtan değil,acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor.Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir.İnsanın yeri geldiğinde acıyı,tutkuya varan derecede sevdiği bir gerçektir.Bunu anlamak için insanlık tarihine bakmaya gerek yok,yaşamın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize sorun yeter.Benim kişisel düşünceme göre,yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.İyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor.Bu açıdan,ben ne yalnız başına refahı,ne de yalnız başına acıyı yeğlerim.Acı,kuşku demektir,yadsıma demektir.Bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden,çevresinde bir kargaşa yaratmak,yok etmek,dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz.Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?
YERALTINDAN NOTLAR

28 Haziran 2011 Salı

erik ağacı 'bertolt brecht'

avludaki erik agaci bir kücük bir kücük,
benzemiyor doğru dürüst bir agaca bile.
ama gene de parmaklikla çevrili dört yani,
korunsun diye güvenlik icinde.

büyüyemiyor, zavallicik,
büyümeyi isterdi tabii.
cok az görüyor günesi,
yapacak bir sey yok artık.

erik agacı erik vermiyor hic.
gel de erik agaci olduguna inan.
ama gene de bir erik agaci o,
belli yapraklarindan.


Cortazar, Sek sek

Dudaklarına dokunuyorum senin,kenarlarını çiziyorum tek parmağımla,sanki benim elimden çıkmış ağzın,ilk kez aralanıyor sanki;gözlerimi kapamam kafi,her şey yeniden yeniden başlıyor,elimin altında,her seferinde bir başka ağız doğuyor istediğim türden,elimin seçip yüzüne yerleştirdiği nice ağız arasından seçilmiş bir ağız bu,seçen benim,kendi ellerimle yüzüne çizivermek için onca özgür ,ben seçtim,nasıl olduğunu anlayamadığım bir rastlantı sonucu olarak,elimin altında çiziktirdiğim ağza tıpatıp uyan bir ağız oluyor seninki.
Bana bakıyorsun ,çok yakından,gitgide yaklaşıyor yüzün,seyrediyorsun beni,tepegözüz sanki,gözlerimiz büyüdükçe büyüyor,üst üste gelerek iki göz tek göz oluyor:tepegözler birbirine bakmakta,solukları karışmış birbirine,ağızlar buluyor yekdiğerini,dudaklar sıcacık,kavgada,dil düşlere henüz dokunmuş,bir sessizlik dil üzerinde,bir eski koku,mis gibi,ağır bir hava dolanıp duruyor.O an işte ,ellerim dalıyor saçlarına,derinlerini okşuyor ağır ağır,ikimizin de ağzı çiçek ve balık dolu sanki,sarmaş dolaş öpüşüyoruz,hızlı hızlı,derin duyumlarla:Isırıyorsak eğer,acısı tatlı ,birbirine karışmış soluklarımız içerisinde,sönüp gidiyorsak eğer,dönüşüyorsak kısa ve korkunç bir boğuluşla,ölüme,bu anlık ölüm güzel.tek bir tükürük tek bir olgun meyve tadı;yapışmışsın bana,duyuyorum titremelerini.suda titreşen ay gibi aynı…,,


Ardımda hiç bir şey,önümde her şey; yoldayken hep olduğu gibi.

menifesto kabul edilen Allen GİNSBERG in HOWL şiirinin son bölümü

Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!  Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır!Burun kutsal! Dil,sik ve el ve götdeliği kutsal!
Her şey kutsaldır! her şey kutsal! Her yer kutsaldır! Her gün sonsuzluk! Her adam melek!Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal!Sen ve ruhum delinin kutsallığı kadar kutsal!Daktilo kutsal şiir kutsalses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
Kutsal Peter kutsal Allen kutsal Salomon kutsal Lucien kutsal Kerouac kutsal Huncke kutsal Borroughs kutsal Cassady kutsal gizli hayvan sikiciler ve ıstırap içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!Kutsal tımarhanedeki annem! kansas taki atalarımın siki de kutsal!İnleyen saksofon kutsal! Kutsal mahşeri bop! Cazcılar ve hipsterler barış & junk &sarma kutsal!Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı! Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal! Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!Doyumsuz yalnızlık kutsal!Orta sınıfın büyük kuzusu ,isyanın çılgın çobanı kutsal! Kim Los Anglesi Los Angles Yapan!Kutsal new York Kutsal SAn Francısco kutsal Peorio & Seattle kutsal Paris kutsal Tanca kutsal Moskova kutsal İstanbul!Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler kutsal dördüncü boyut kutsal beşinci enternasyonel kutsal melekler molok!Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler kutsal halüsinasyonlar kutsal mücizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem!Kutsal bağışlama! Merhamet! İiyilik! İman! Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli! Yüce!

25 Haziran 2011 Cumartesi

Ben Yokum, Beni Karıştırmayın 'Cahit Koytak'


(...)

Yeter, ama yeter,
Ölüler için de, diriler için de!
Susun artık, susun, siz kitaplardakiler,
Siz sahnedekiler, siz içimdekiler!

Ayıp ama, bakın, Tanrı konuşmak için
Sizin susmanızı bekliyor.

AMERİKA 'Allen GINSBERG'

Amerika sana her şeyimi verdim,şimdi bir hiçim ben.
Amerika, iki dolar yirmi yedi sent 17 Ocak 1956
Kendi kafama bile dayanamıyorum.
Amerika, ne zaman bitireceğiz insanlarla savaşı?
Al da kıçına sok atom bombanı.
Keyfim yerinde değil, sıkma canımı.
Kafam düzelmeden yazmıyacağım şiirimi.
Amerika ne zaman melekleşeceksin?
Ne zaman soyunacaksın çırılçıplak?
Ne zaman bakacaksın kendine mezarlıktan?
Ne zaman yaraşır olacaksın milyonlarca troçkistine?
Amerika neden gözyaşı dolu kitaplıkların?
Amerika yumurtalarını Hindistan'a ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin çılgın isteklerinden artık bıktım.
Ne zaman süpermarkete gidip gerekeni alabileceğim
güzel gözlerimin hatırı için?

Amerika ne de olsa bir sen varsın, bir de ben kusursuz
olan, öteki dünya değil.
Şu makinaların da sıkıyor artık beni
Bana ermiş olma isteğini sen verdin.
Bir başka yolu olmalı bu tartışmayı sona erdirmenin.
Burroughs Tanca'da şimdi, döneceğini de sanmıyorum, korkunç
bir şey bu.
Sen de korkunçlaşıyor musun, yoksa bir eşek şakası mı bu?
Konuya gelmeye çalışıyorum.
Saplantılarımdan vazgeçmeyi reddediyorum.
Amerika itip kakma öyle, ben ne yaptığımı biliyorum.
Amerika erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazetelere bakmadım, her gün birileri yargılanıyor
insan öldürmekten.
Amerika Wobbly'leri düşündükçe duygulanıyorum.
Amerika küçükken komünisttim ben, pişman da değilim.
Şimdi her fırsatta marihuana içiyorum.
Günlerce evde oturup kenefteki gülleri seyrediyorum.
Ne zaman Çin Mahallesine gitsem sarhoş olup kimseyle
düzüşemiyorum.
Sen beni asıl Marx okurken görecektin.
Hiçbir şeyim olmadığını söylüyor ruh doktorum.
Rabbin Duasını okumayacağım.
Mistik hayaller görüyor, kozmik ürpermeler geçiriyorum.
Amerika sana daha söylemedim Max Amca'ya yaptıklarını
Rusya'dan geldikten sonra.

Sana sesleniyorum Amerika.
Duygusal hayatını Time Dergisinin yönetmesine
göz yumacak mısın?
Şu Time Dergisine de çok bozuluyorum.
Her hafta düzenli okuyorum.
Kapağı hep bana bakıyor köşedeki şekercinin önünden
gizlice geçerken.
Berkeley Halk Kitaplığının bodrum katında okuyorum Time'ı
Durmadan sorumluluktan söz ediyor bana. İş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi benden başka.
Birden anlıyorum ki ben Amerikayım.
Gene kendi kendimle konuşmaktayım.

Asya ayaklanıyor bana karşı.
Bir Çinlinin bile şansı yok bende.
Yeniden düşünsem iyi olacak ulusal kaynaklarımı.
İki plaka marihuana, milyonlarca cinsellik organı, asatte
1400 mil hızla giden basılamıyacak bir özel edebiyat ve
yirmi beş bin akıl hastanesi ulusal kaynaklarım.
Zındanlarımı, beş yüz güneş ışığı altında saksılarda
yaşıyan milyonlarca hakkı yenmiş insanı hesaba katmı-
yorum.
Fransa'daki genelevleri kapattım, şimdi sıra Tanca'dakilerde.
Katolik olmasına katoliğim ya, gene de Cumhurbaşkanı olmak
bütün tutkum.

Amerika senin bu budala havanda nasıl kutsal bir övgü yazarım?
Ben de Henry Ford gibi işi bırakmıyacağım benim dörtlükler de
onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel, hem de
daha özgün çünkü her biri değişik cinsiyetten.
Amerika sana tanesi 2500 dolara dörtlüklerimi satacağım,
verdiğin her eski dörtlüğü de 500 dolar eksiğine
alacağım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol Cumhuriyetçilerini kurtar
Amerika Sacco Vanzetti ölmemeli
Amerika Scottsboro çocuklarıyım ben.
Amerika ben yedi yaşındayken komünist hücre toplantılarına
götürürdü beni anam bir bilete bir avuç dolusu leblebi
satarlardı bize bir bilet beş sent konuşmalar parasızdı
herkes melek gibiydi duyguluydu işçilere karşı her şey
o kadar içtendi ki bilemezsin partinin 1935'te ne kadar
iyi bir şey olduğunu Scott Nearing sapına kadar erkek
heybetli bir ihtiyardı Bloor Ana ağlatmıştı beni bir
kez de Israel Amter'i görmüştüm orda yakından. Herhalde
herkes birer casustu.
Amerika gerçekten savaşa girmek istemiyorsun biliyorum.
Amerika o kötü Ruslar savaşı isteyen.
O Ruslar o Ruslar sonra o Çinliler. Evet o Ruslar.
Çiğ çiğ yutmak istiyor bizi Rusya. Rusya iktidar delisi.
Otomobillerimizi almak istiyor garajlarımızdan.
Şikago'yu ele geçirmek istiyor. Bir Kızıl Reader's Digest
istiyor Rusya. Sibirya'ya götürmek istiyor otomobil
fabrikalarımızı. O koca bürokrasi işletsin istiyor
benzin istasyonlarımızı.

İyi bir şey değil bu. Of. Var Rusya öğretmek Kızılderililere
okumak. Var istemek koca koca zenciler. Yaa. Var bizi
çalıştırmak günde on altı saat. İmdat.
Amerika bu işin şakası yok.
Amerikan televizyonu seyretmekten edindim bu izlenimleri.
Amerika doğru mu bütün bunlar?
En iyisi hemen kolları sıvamak.
Doğrusu ne askere gitmek istiyorum, nede fabrikada tornacı
olmak, hem gözlerim iyi görmüyor, hem de ruh hastasıyım
üstelik.
Amerika o biçim bir omuz da ben veriyorum şu dönen çarka.

24 Haziran 2011 Cuma

YOLDA ( jack KEROUAC)

çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, ‘vay canına’ dedirten o muhteşem sarı maytaplar gibi yanan, yanan, yanan insanlar
.....


.....Neal in nesi vardı ki sonuçda; hepsini toplasan en basit haliyle,adam hayata muazzam bir heyacan duyuyordu ve her ne kadar sahtekar olsa da yaşamayı ve ayrıca başka türlü dikkatini çekemiyeceği insanlarla ilişkiye girebilmeyi çok istediği için sahtekarlık yapıyordu.Sözümona ,beni de kandırıyordu ve ben bunu biliyordum o da benim bildiğimi biliyordu (ilişkimizin temelini bu oluşturuyordu) ama bu benim umrumda değildi ve birlikte iyiydik......

Her şey yalanda..

Her şey yalanda
en büyük yalan benim
sonra siz
belki sizin için böyle değildir
en büyük yalan sizsinizdir ;
İşte buna yalan diyemem
gücüm yetmez
yalanın gücü neye yeterki..
Aşkımıza...............................?

Ucuz Otel,Ucuz Şiir


yatak,
komidin..
sessiz,
sensiz..

/ucuz şair



Ahmet Hamdi Tanpınar 'kenar semtlerde bir gezinti'

Ahmet Hamdi Tanpınar 'kenar semtlerde bir gezinti' başlıklı yazısında İstanbun fakir semtlerine yaptığı yürüyüşleri anlatır.Şöyle der Tanpınar ''Bu harap semtlerin macerasını bir sembol olarak görüyorum.Bir şehrin sadece bir semtine bu yüzü verebilmek için ne kadar zaman ne kadar vaka,hadise lazımdı.Kaç fetih,kaç bozgun,kaç hicrette bu insanlar buralara gelmişler,hangi yıkılışlar ve yapılaşlardan sonra bu görünüşü alabilmiştiler?

Ehl-i Keyf Serhoş (Hayri K YETİK)

Ehl-i Keyf

hile karıştırıp rakının günahını aklama
acı kalsın varsın acıtsın dedim osman a
suyu rafa kaldırdım işin tılsımı bu
tez elden sarhoş olalım başka çıkış yok
ayak izlerimiz mayın biz zaten sınır ihlaliyiz
bulamasak hayalin kapısını
mart kedisi gibi sınırda kışlıyalım
bir yanımız hayal ülkesi bir yanımız yalan
(...)

SERENAD ' Z. LİVANELİ '

Belki bir edebiyattan biraz uzaklaşmış olmanın nedeni öyle gizemli bir şey değildi.Hayat koşulları yazar olmamı engellemişti;bu kadar basitti işte.Vıcık vıcık yüzeysellik yayan şu 'kişisel gelişim kitaplarıının bağırıp durduğu 'İstersen yaparsın' sözü tam bir kandırmacaydı. İnsan ancak yapabileceğini isterdi.'istemek'kavramı dilemek ten hayallere dalmaktan farklı bir şeydi.Bedelini göze almakla,gereğini yapmakla ilgili bir şeydi.      

“Gerçekliğin nihai doğası nedir usta?”

Zen öğrencisi: “Gerçekliğin nihai doğası nedir usta?”
- Zen ustası: “Şuradaki postala sor.”
- Zen öğrencisi: “Anlayamadım usta!”
- Zen ustası: “Ben de anlayamadım.”

21 Haziran 2011 Salı

William Blake

acı çekmeyi ve günah işlemeyi göze almakdan korkan kimseler asla kişilik sahibi olamazlar.

Cemil Yeşil in bebekliğnde ölen kardeşinin ağzından yazdığı rubai

dünyayı dolaşdım,ne uzun geldi ne zor:
bir tahta beşik,beş on kucak,bir koridor.
Hem başka ne olsun bir avuçluk yerde?
Üç beş gün emekledin mi,yollar bitiyor.

Aldous Huxley-Algı Kapıları

Birbirlerine sarılmış aşıklar bireysel coşkularını umutsuzca tek bir yüce benlik halinde kaynaştırmaya çalışırlar ama boşunadır ..Doğası gereği her vücut bulmuş ruh tek başına acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur ..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Henrich Böll 'Palyaço'

‎"artık hiç bir şey düşünme.sahne arkasında kendine küsmüş ve üzerine kahvesini dökmüş palyaçonun gözyaşlarını düşün sadece...

Tanrı’nın Diktatörlüğü ve Şeytan’ın Demokratik Hakları

Cennette kendi halinde yaşayan Âdem’in bir meyveden men edilmesi, yaradılışın ilk yasağıdır. Yani varoluşun ilk yasağının müsebbibi Tanrı ve yasaklanan ilk fail insandır. Yasaklanan Âdem, yasaklayansa Tanrı’dır. Âdem Tanrı’nın ‘diktatörlük’ kavramını yarattığını da, bu vesileyle öğrenir. Ve yetmez; ‘cezalandırılmış’ ilk insan olarak dünyaya gönderilir. Daha önce durduk yere Âdem’e secde etmesi tembihlenen Şeytan’ın, ‘demokratik’ haklarını kullanarak yaptığı muhalefet yüzünden lanetlendiğini de öğrenen Âdem, Tanrı ile Şeytan arasındaki kıyasıya bir mücadelenin başrol oyuncusu olduğunu da fark eder. Böylece ‘diktatör’ Tanrı ve ‘muhalif’ Şeytan arasında gidip gelir. İşte yeryüzünün ilk yasağı, ilk başkaldırısı ve ilk cezası da böylelikle hayat bulur.

Tanrı’nın yasakları dur durak bilmedi. Binlerce elçisiyle, vahiylerle, kitapları ve ermişleriyle, yağmur gibi yasaklar, öğütler, tembihler ve tavsiyeler yağdırdı. Şeytan’ın muhalifliği ise hiç tükenmedi. Yeryüzüne dönüp baktığımızda; tepemizde incelmiş atmosferden, ayağımızın altındaki bölük pörçük topraklara, katman katman toplu mezarlardan, ağzına kadar doldurulmuş zindanlara, babasından hamile kalmışlardan, kafası palayla kesilmiş insanlara kadar her şey, Şeytan’ın vahşet dolu ve korkunç muhalefetini gösteriyor.
Âdem’in ilk neslinde kaygı hayatta kalmak, doymak, barınmak ve çoğalmaktı.   Bugün aradan geçen binlerce yıla rağmen, çoğu insan için kaygılar aynıdır. Yeryüzünün büyük bir kısmı için mesele, sadece hayatta kalmaktır. Koca bir kıta Afrika’da, açlıklar ve hastalıklarla boğuşan yüz binlerce kara insanın tek endişesi; hayatta kalmaktır. Asırlardır talan edilmiş ormanları, işgal edilmiş toprakları, madenleri ve akarsuları yüzünden bir medeniyet inşa edememiş Afrika halkları için dert, hayatta kalmak ve doymaktır.
Dün Afgan bir çocuk, sonra bir Irak’lı ve bugün Libyalı bir anne için tasa; doymak ve barınmaktır. Tepesine yağdırılan bombaların üzerinde yazan ‘demokrasi-insan hakları’ kelimeleri hiçtir. Anlamsızdır. Tıpkı Vietnamlı yaşlılarda olduğu gibi, Arap halkları için de dert ekmek ve ilaçtır.

Savaşlar, ölümler, yasaklar, esaret ve yokluk arasında bilimi, resmi, müziği, heykeli, hesabı, şiiri ve estetiği fark eden Âdem’in torunları, Şeytani bir muhalefetle cennetten kovulmuşluklarını sorgulamaya başladılar. Yeryüzünün en derin ve anlamlı kavgasında sorular hep Şeytani, cevaplarsa daima ilahi kaldı. Bu yüzden mücadele alevlendi, derinleşti ve korkunçlaştı.
Binbir türlü hile ile kaçmayı öğrenerek hayatta kalan, ekmek ve biçmek arasında karnını doyuran, diktiği gökdelenlerde sarmaş dolaş yatan ve çiftleşen insanın kaygıları değişti. Bütün bu düzenin ve iktidarın hiç sallantıya uğramadan, riske girmeden ve düzenli bir devir daim içerisinde yürümesi için yeni endişeler edindi. Ve öğretmeni kimi zaman Tanrı, kimi zaman Şeytan oldu.
İnsan yerkürenin ‘diktatörüdür’. Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki her şeyin kendi emrine verildiğinden ve başına buyruk şekilde kullanabileceğinden emindir. Binlerce hektar yağmur ormanı, savanı, merayı, koruluğu ve ağaçlık alanı kesmekten, yakmaktan, dümdüz ve çırılçıplak bırakmaktan arlanmaz. Bu hakkıdır; çünkü insan yerkürenin diktatörüdür.
İnsan hayvanların ‘diktatörüdür.’ Sirklerde oynatmak için filleri kamçılar, timsahların tırnaklarını söker. Binlerce ton balığı filelere doldurup havaya çeker ve soluksuz bırakıp öldürür. Fokları kafalarına sopalarla vurarak öldürür. Aslanları kafeslere hapseder. Farelere ilaçlar enjekte eder. Kuşların göç yollarına binalar, yollar, otobanlar diker ve kuşlara yollarını kaybettirir. Sığırları boğazlar, koyunları keser, parçalara ayırır, kıyma yapar, kuşbaşı yapar, şişe dizer. İnsan; hayvanlara sadece ve yalnızca ‘kendi izin verdiği kadar’ yaşama hakkı tanır ve uymayana cezasını verir. Çünkü insan hayvanların diktatörüdür.
İnsan, insanlığın ‘diktatörüdür’. Rengi farklı olan yüz binlerce ceset doludur Amerika’nın stepleri ve her birinin sırtında kırbaç izleri vardır. Saçları ve gözleri başka olan onbinlerce insanın halkalı köleliği ve sömürgeliğinden ibarettir İngiltere tarihi. Sırtlarındaki küfelerde şarap üzümü, elmas ve kömür taşıyan kölelerin zenginliğiyle pudraladılar suratlarını yüzyıllarca Fransızlar. İnsan, insanlığa biçtiği değer kadar hayat insanlara, çünkü insan insanlığın diktatörüdür.
İnsan diktatörlüğünü Tanrı’dan aldı. Kendisini yasaklayan ve kovan Tanrı’dan emanet bir iktidarla, yeryüzünde kendi cennet ve cehennemini inşa etti. Serbestler ve yasaklar yarattı. Beğendiğini cennetine aldı, beğenmediğini kovdu.  Gezegenin en akıl almaz, en vahşi, en korkunç ve an kan donduran hikâyelerini, insan yazdı. Bunun ismi; Tanrı’dan emanet diktatörlüktür.
Her şeye rağmen bir Tanrı kadar ‘yaratıcı’ olamayan insanın çaresiz ve aciz kaldığı hallerde, ders aldığı Şeytan ve Şeytan’ın ‘demokratik muhalefeti’ oldu. Neticede, daha en başında kendisine karşı ‘diktatörlük taslayan’ Tanrı’ya karşı ‘ demokratik bir muhalefet göstermiş olan Şeytan’, insanoğlunun acizliği için biçilmiş kaftandı.
Yer altı kaynakları, fosil yakıtlar ve su için yeryüzünün bir bölümünü işgal etmenin ve oradaki bitki, hayvan ve insan nüfusa hayat hakkı vermemenin itici gücü; ilahi diktatörlüktür. Buna var gücüyle karşı koyan mazlumları ters köşeye yatırıp susturacak yol ise, ‘ Şeytani muhalefettir.’ Onlar tohum, su, bakır ve ağaç derler. Diktatörler ‘demokrasi, özgürlük ve insan hakları ‘ diye cevap verirler.
Binlerce yıllık Âdem’in tarihindeki yüzlerce işgalin, zorbalığın, tecavüzün ve talanın kilidi budur. Kendisini ilahi diktatör olarak addedip yeryüzünün Tanrısı ilan eden Âdem ve buyruklarına uyulması için hazır tuttuğu Şeytani demokratik muhalefeti.
İnsanoğlunun diktatöryaya gizli beğenisi, zamanında İtalya ya da Almanya’da, daha önce Mısır’da ya da Osmanlı’da, Bizans’ta ve gelmiş geçmiş bütün saltanatlarda varlığını sürdürmesi ve günümüzde Arap ülkelerinde olanca gücüyle yaşamaya devam etmesinin sebebi; insanın bir ‘diktatörlük’ sonucu kendisini dünyada bulmuş olmasıdır. Fıtratında, mayasında ve hamurunda bu kovulmuşluk olan insan, yerküreyi kendisine ait bir cezaevi ve kendisini dünya hücresinin yegâne mahkûmu olarak gördüğünden, yakmak, yıkmak, talan etmek, yok etmek ve çekip gitmek üzerine bir iktidar kurmuştur.
Eskiden bu iktidarın güvencesi oklar, kılıçlar, taşlar, sopalar ve kızgın yağlar iken artık silahlar, bombalar, mayınlar, füzeler, denizaltıları ve savaş uçaklarıyla devam ediyor.
Bir Patriot füzesi yere düşüp patladığında, 250 metrekarelik bir alan içerisinde ses hızıyla fırlayan şarapnelleri, 1600 derecelik ısısı ve basıncıyla cehennem yaratır. İnsanların kulak zarları patlar, kolları kopar, gözleri dağlanır, ciltleri yanar; insanlar paramparça ölürler. Her savaşın bir ölü ve yaralı hesabı vardır. Bir de ekonomik maliyeti yayınlanır. Ancak insan hiçbir savaşın kaç tane kedi, köpek, inek, at, öküz, keçi, tavuk, kuş ya da topraktaki solucanı, kaplumbağayı, meyve sineğini öldürdüğünü hesaplamamıştır. Oysa bir Patriot düştüğünde 250 metrekarelik alanda hiçbir insan olmasa bile yaktığı bir avuç yerdeki sayısız canlıyı, etrafta alevlenmiş ağaçta yuvalanmış kuşları ve topraktaki mucizeler olan tohumları katledip bırakmaktadır. İnsan yek canlı olarak kendisini gördükçe, kendi kendisinin diktatörü olarak kalmaya mahkûmdur.
Şeytan’ın ‘demokratik muhalefeti’ ve ‘Âdem’in diktatörce bir buyrukla’ Cennet’ten kovuluvermesinden ibaret yaradılış efsanesi, günümüzün en korkunç katliamlarına giriş cümlesidir. Doğan çocuklarını yıkayan ve günahlardan arındırarak vaftiz eden Hristiyanlar, saçlarını kazıyıp günde bir kez yulafla ceza çeken Budistler, oruçlu Museviler ve kovuldukları cennete dönebilmek için onlarca yasakla yaşayan Müslümanlar, dinler; bütün dinler ve inançlar o kovulmanın kuyruk acısı, günahkârlığı ve pişmanlığı ile biat ettikleri Tanrı’nın dünyasında, kendi diktatörlüklerinin hükümdarlığını sürdürüyorlar.
Âdem kendisine yağdırılan ‘diktatörlüğün’ emir ve yasaklarıyla, Şeytan’ın ‘demokrat’ muhalefetinden bir ders çıkaracak. Bu dersi nesillerden nesillere aktara aktara şekillendirecek. Her torun yeni bir biçim, yeni bir içerik, yeni bir yaklaşım ekleyerek, günden güne evcilmiş ve vücuda bürünmüş bir hal kazandıracak. Ve nihayet isimler, cümleler, savaşlar, silahlar, altın ve toprak arasından sıyrılan bu ders, kendine bir isim verdirip içimize yerleşecek.
Bir gün gelecek, Âdem artık kovulmuşluğunun müsebbibi olarak pişkin pişkin Havva’yı işaret ederek, ‘Beni kandırdın’ demeyecek. Havva’yı örtmeyecek. Saklamayacak. Horlamayacak. Dövmeyecek. Bu hafta Bangladeş’te olduğu gibi; Havva’ya eşit miras hakkı verildiği için isyan ederek sokaklara dökülmeyecek. Taşlayarak öldürmeyecek.
Bir gün Âdem, yine bu hafta Afganistan’da olduğu gibi kitap yakıldı diye, sekiz insanı, başlarını keserek öldürmeyecek. Evreni, güneş sistemini, yıldızları, suyu ve toprağı, rüzgârı ve sineği, havayı ve ışığı ‘görebilmeyi’ bir gün öğrenecek Âdem. Bir gün yerküreye bir uzaylı gibi bakmayı ve baktığında, ‘Hepsi aynı tür milyarlarca insanın neden sınırlar, hudutlar ve bayraklar altında yüzlerce parçaya ayrıldığını’ sorabilmeyi öğrenecek.
O vakit kovulmanın da, yasak ağacın da, faniliğin ve edebiliğin de kendisinde başlayıp bittiğini, ‘diktatörlük’ ve ‘demokrasinin’ kendi uydurduğu kavramlar olduğunu anlayacak. İnsan dersini er geç alacak.
Müslüman’dan Yahudi’ye, Sih’ten Hristiyan’a, zenciden beyaza, Arap’tan Eskimo’ya değişmeyen bir ders; Âdem ahlakla tanışacak.

HAYRANLIK 'ANJA MEULENBRLT'

Sakin bir yaşam,herkez kendi işinde,kendi ilgileri kendi arkadaşlarıyla ama aynı zamanda ortak ritüellerle.Kahvaltı.Paylaştıkları hayat. Ama daha ne kadar?Stan bunun ne anlama geldiğini anlamıyor,bu hoşgörünün.Sadece akıllı bir ev kadını gibi geçip gitmesini mi bekliyor? Aldırışsızlıkl mı? Birbirlei için gereksizleştilermi? Huzurlu bir yaşlılık düşünü daha somut şekillendirdiğinde sıkıntı hisediyor.İstenmeyen duygular sızıyor.Cansıkıntısı,boğulma duyguları.Hanna yla geçireceği bir yirmi,otuz yılı düşünürken ikinci görüntü ortya çıkıyor.Özgürlük,daha yoğun bir yaşam. Erotizm. Daha yeterince yaşlı değilim diye düşünüyor.Daha o kadar olmadı.Senin ortadan kaybalocağını korkusuyla  şimdi Hanna çaba gösterse de  bunu asla kavrıyamaz.Hanna evliliğe göre.Sen değilsin.Gerçi sonsuza kadar dayanacak sevgiyi özliyebiliriz.,eve döndüğümüzde  bizi bekleyeb birini arayabiliriz.,ama buna uygun değiliz.Aşka evet ama evliliğe değil.Senin büyük aşk tanımlamanın şu anda Hanna yla yaşadığın ilişkiyle ne ilgisi var?
   (...)Onu düşündüğünde bağımlılık ,sadakat,onu acı vermemeliyim,onu zorda bırakmamalıyım,onu zorda bırakmamalıyım.Fakat hayır Hanna uzun zamndır esin perisi değil,şiddetli duyguların nedeni değil.Fakat hep böyle olmazmı,bir süre sonra? Bu pılıpırtıyı tekrar fırlatıp atmak için neden değil ,sonsuza kadar böyle gidemez,bir sonraki doruk noktasını arıyarak.Sürekli peşinden koşmak biraz hamlık değilmi? Özür olarak sanatı sürmek?

William Shakespeare eksik kalmasın......

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar,
Arkan dönüktür.
......Ciğerine kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,
Anlamazsın
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…

YERALTI SAKİNLRİ (J.K)

Karanlık,ılık deliklere kaçıp acılarını yalnız başına yaşayan iki hayvan gibiyiz.

.............


Mardou (sarhoş bir halde) balonlardan birini havaya atıp tutarak dans adımlarını andıran figürlerle koşup yakalıyarak dans etmiş ve öyle bir söylemişti ki onun o deliliğinden hastanaye yaraşır akıl hastalığından korkmamın da ötesinde yüreğimi deşmişti sözleri hemde öylesine derinden deşmişti ki artık onun deli olduğunu düşünemezdim; bir şeyi bu kadar tastamam dile getirmişti işte ,kesinlik dolu bir...her neyse...'artık gidebilirsin;benim balonum var.' 'Ne demek istiyorsun?' (Yorgunlukdan tükenmiş yerde yatan sarhoş ben..) 'Benim balonum var;artık sana ihtiyacım yok.Güle güle ...git ve beni yalnız bırak! O sarhoş halimle bile kurşun gibi ağır hissetmeme neden oldu bu sözler ve ben orda,yerde öylece uzanıp yattım,...

Baştan Çıkarıcının Günlüğü (sören KIERKEGAARD)

.......


Johannes!

Sana 'johannes'ciğim demiyorum çünkü senin asla benim olmadığını çok iyi anladım ve bir zamnlar ruhumu mutlu eden bir düşüncenin  cezasınıda epey çekdim;ama yine de sana sana benimsin diyorum; başdan çıkarıcım ,aldatıcım, düşmanım,  katilim, mutsuzluğumun kaynağı,sevincimin mezarı,mahvımın dipsiz kuyusu.Sana 'benim', kendime de 'seninmi' diyorum;ve bu sözlerim,bir zamnlar tapınışımı gururla dinleyen kulağını okşarken şimdi senin üstüne bir lanet gibi gelecek,sonsuz bir lanet. Peşine düşeceğimi sanma yanımda sana alay konusu olacak bir hançer taşıyacak değilim!Nereye kaçarsan kaç,yine seninim;dünyanın öteki ucunada gitsen yinede seninim benden başka yüz kişiyi sevsende seninim:evet , son nefesimde bile seninim.Sana hitap etmede kullandığım dil bile senin olduğumun kanıtıdır.Sen bir insanı kandırmada öylesine ileri gittinki benim için her şey haline geldin;ben de artık tüm zevklerimi senin kölen olmaya dönüştüreceğim-seninim,seninim , seninim ben senin başını belası.

AŞIK OLMAK NE GÜZEL AŞIK OLDUĞUNU BİLMEK NE GÜZEL! İşte fark burada!Onun ikinci kez kaybolduğu düşüncesi rahatsız edici belki ama bir yöndende hoşuma gidiyor.Şu anda kafamdaki resmi kararsız bir şekilde,onun gerçek ideal görüntüsü arasında gidp geliyorBu resimi kafamda uyandırıyorum ama özellikle,ya gerçek olduğu için ya da en azından kaynağını gerçeklikden aldığı için kendine özgü bir gerçekliği var bu resmin.Sabırsızlık duymuyorum çünkü bu kadabadan olsa gerek,bu şu an için bana yeterli.Her şeyin tadı yudum yudum çıkarmalı.Ne de olsa yeniden aşık olmak ne ustalığın ne de emeğin üretebildiği bişeydir.ama ben bir aşk uyandırmayı bir kez daha başarmışsam,bunun ne kadar süreceğini bilmek isterim en azından. (...)O kız ikinci kez görünüp kayboldu;bu pek yakında daha sık görünecek demekdir.Firavunun süşünü yorumladıkdan sonra Yusuf şöyle devam eder; 'bu düşü ikinci kez görmen bunun çok yakında gerçekleşeceğini gösterir.'


....tehlikeli sonuçlar daima sıradadır;üstelik hepsinden önemlisi yalnızca bir kez aşık olunur.Ama aşk tanrısı kördür ve zeki biri onu aldatabilir. Hile,izlenimlere elden geldiğince açık olmak,sizin bıraktığınız ve her kızın sizde bıraktığı izlenimi bilmektir.Bu şekilde aynı anda bir sürü kıza aşık olabilirsiniz,çünkü her kıza başka şekilde aşıksınızdır.Yalnızca birisini sevmek çok azdır;hepsini birden sevmek yüzeysel olmaktır;kendini tanımak ve olabildiğince çok kişiyi sevmek; ruhun tüm aşk güçlerini kendi içinde saklaması ve bilinç bunların hepsini kurcalarken her birinin kendi ayrı besini alması.-işte zevk budur,yaşamak budur.


.......Genellikle bana güvenen her kıza karşı,estetik yönden,kusursuz bir muameleyi garanti ederim: Ne var ki bu;,kızın aldatılmasıyla son bulur ;ama bu benim estetik anlayışıma uygundur ,çünkü ya kız erkeği aldatacakdır ya da erkek kızı.Kadının erkekden daha sadakatsiz olup olmadığını bulmak için peri masallarında destanlarda,mitolojilerde edebi bir gezi yapılabilirse gayet ilginç olur.

..........

Cordelia cığım
Aşk gizliliği sever -nişan bir gizin açıklamasıdır;aşk sesizliği sever nişan herkeze duyrudur ; aşk fısıldamayı sever - nişan yüksek bir sesle ilandır.Ama Cordelia mın sanatıyla nişan ,düşmanı aldatmak için gereken şey olacak.Karanlık bir gecede ,öteki gemiler için bir fener asmakdan daha tehlikeli bir şey yokdur ,bu fener karanlıkdan daha tehlikelidir.

Johannes in

jean GENAT der ki...

Bir halkın utandığı suçlar onun gerçek tarihini oluşturur.Aynı şey insan içinde geçerlidir.

EY TALİH

Ey talih,
ay gibi
değişkensin,
hep büyüyen
ve küçülen...
menfur hayat!
önce zulmeder
sonra teselli eder,
zihnin görüşüne göre;
fakirlik
ve kudreti
buz gibi eritir.
Talih, canavar ve boş,
sen çark-ı felek,
sen kötüsün,

servet geçicidir
ve daima kaybolur,
gölgeli
örtülü
bana da zarar veriyorsun;

şimdi oyun süresince
çıplak sırtımı
senin kötülüğüne teslim ediyorum.

Talih, sağlıkta
ve erdemde,
bana karşıdır,
güdülen
ve sindirilen,
daima esarette.
O halde şu saatte
gecikmeksizin
titreyen tellere vurun;
mademki kader
güçlü kimseyi yere çalıyor,
herkes benimle birlikte ağlasın

yatak odasında felsefe (marquıs de SADE)

  Ve insanın kendi Tanrı,sını hak etme gerekliliği nereden gelir?İnsanı tamamen iyi yaratsaydı asla kötülük yapamazdı ve yalnızca bu durumda eser bir Tanrı ya layık olurdu.Bu insana bir tercih bırakmak yerine onu kışkırtmakdır.Oysa Tanrı ,sonsuz önseziyle ,ortaya çıkacak sonucu gayet iyi biliyordu.Böyle olunca da bizzat kendisinin oluşturduğu yaratığı zevk için kaybediyor. (......) Bununla birlikte,bu kadar yüce bir uğraştan pek az memnun kalarak,inancını değiştirsin diye insanı boğar;onu ateşe atar,lanetler.Bu yaptıkları insanı asla değiştirmez. 




Her halk kendi dininin en iyisi olduğunu sürer ve ikna etmek için yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan,neredeyse hepsi çelişik olan sayısız kanıta dayanır.İçinde bulunduğumuz derin cehalette bir Tanrının varlığını varsayarsak,hangi din Tanrının hoşuna gidebilir?Eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız...


Antikçağa bakarsak,hırsızlığın Yunan ın tüm cumhuriyetlerinde izin verilmiş ödüllendirilmiş bir şey olduğunu görürüz.Sparta ya da Lakedaimon hırsızlığı açıkca destekliyordu;bazı halklar hırsızlığı açıkca bir erdem olarak görmüşlerdi;hırsızlığın cesareti,gücü,yeteneği geliştirdiği tek kelimeyle cumhuriyetci bir yönetime,dolasıyla bizimkine yararlı tüm erdemleri geliştirdiği açıkdır.Şimdi tarafsız olarak şunu sormaya cesaret ediyorum;Eşitliği amaçlıyan bir yönetimde zenginlikleri eşiyetliyici etkisi olan hırsızlık büyük bir kötülükmüdür?Hayır,kuşkusuz;Çünkü bir yandan eşitliği geliştiriken diğer yandan kendi malını korumayıda haklı kılmaktadır.(.....) İmdi ,hiç bir şeyi olmıyanın her şeye sahip olana saygı göstermesini emreden yasa pekmi adildir,sorarım size?Toplumsal sözleşmenin öğeleri nelerdir?Her iki tarafın sahip olduklarını güvence altına almak ve korumak için kendi özgürlüğünden ve mülklerinden bir bölümünü bırakmak değilmidir?

Cioran ve Müzik

Bach benim için bir ilah.Bach ıanlamıyan insanların olduğunu düşünmek benim için anlaşılmaz bir şey,yinede vardır ama.iki varlık arasında derin bir uyum yaratabilen tek sanatın müzik olduğuna inanıyorum.Bu şiir değildir müziktir yalnızca.Müziğe duyarlı olmayan biri akıl almaz bir zaaf içindedir.Birinin şiiri sevmemesini kabul edebilirken,Schumann a yada Bach a duyarlı olmamasını düşünemem.Müziğin durumunda başka bişey var,çok önemli bişey var

Kurt Vonnegut diyorki.............

Yeterince uzun yaşarsanız yakınlarınızın bir çoğu ölecekdir.


Bir insanın gerçeklerle yetinmesini aklım almıyor.


Buraya,yeryüzüne avere avere dolaşmak için geldik.Sana bundan farklı bişey söyliyen olursa aldırma.


Bill GATES 'Bekleyin ve bilgisayarınızın nasıl gelişeceğini görün' diyor.Ama gelişmesi gereken sizsiniz kahrolası aptal bilgisayar değil..

19 Haziran 2011 Pazar

can sıkıntısı...

gece düşülen,
baş dönmesi etkisi yaratmayan
dipsiz uçurumlar
can sıkıntımı geri verin bana !

soytarının isyanı

Yalnızlık çeken bir Tanrının küçük oyuncaklarıyız..!

Charles Bukowski den den...

Bazıları Delirmez
bazıları hiç delirmez
ben, bazen koltuğun arkasında
3-4 gün boyunca yattığım olur
orda bulurlar beni
melaikeymiş derler
sonra gırtlağımdan aşağı
şarap döküp
göğsümü ovarlar
yağ serperler üzerime
sonra kükreyerek kalkarım
atıp tutar, köpürürüm
onlara ve evrene küfreder
bahçeye kadar kovalarım
sonra kendimi çok iyi hisseder
tost ve yumurtanın başına otururum
bir şarkı mırıldanıp
aniden
pembe besili bir balina gibi
sevimli olurum
bazıları hiç delirmez
ne korkunç hayat sürüyorlardır
allah bilir

Charles Bukowski